DEVAM: 73- RESULULLAH
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'E VAHYİN GELMEYE BAŞLAMASI BABI
255 - (161) وحدثني
أبو الطاهر.
أخبرنا ابن
وهب قال:
حدثني يونس.
قال: قال ابن
شهاب: أخبرني
أبو سلمة بن
عبدالرحمن؛ أن
جابرا بن
عبدالله
الأنصاري
(وكان من
أصحاب رسول
الله صلى الله
عليه وسلم)
كان يحدث. قال:
قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم وهو يحدث
عن فترة الوحي
(قال في حديثه)
"فبينا أنا
أمشي سمعت
صوتا من
السماء. فرفعت
رأسي. فإذا
الملك الذي
جاءني بحراء
جالسا على
كرسي بين
السماء
والأرض" قال
رسول الله صلى
الله عليه
وسلم "فجئثت
منه فرقا.
فرجعت فقلت:
زملوني زملوني.
فدثروني.
فأنزل الله
تبارك وتعالى:
{يا أيها
المدثر. قم
فأنذر. وربك
فكبر. وثيابك
فطهر. والرجز
فاهجر}
[74/المدثر/ آية 1-5]
وهي الأوثان
قال: ثم تتابع
الوحي.
[:-404-:] Bana Ebu't-Tâhir rivayet etti. (Dediki): Bize İbnİ Vehb
haber verdi. Dediki: Bana Yunus rivayet etti. Dediki: İbn-i Şihab: Bana Ebu
Selemete'bni Abdirrahman haber verdi ki, Cabir b.
Abdullah el-Ensari -ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabındandır- şunu tahdis ederdi:
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) vahyin bir ara kesilmesini anlatırken sözleri arasında
şunları da söylemişti:
"Bir ara ben yürürken
semadan bir ses duydum. Başımı kaldırdım, Hira'da bana gelen meleği gök ile yer
arasında bir kürsi üzerinde oturmuş halde görüverdim."
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Ondan alabildiğine korktum. Derhal dönüp:
Beni örtün, beni örtün dedim. Onlar da beni iyice örttüler. Bunun üzerine şanı
mübarek ve yüce Allah da: "Ey örtünüp bürünen, kalk ve korkut. Yalnız
Rabbini büyük tanı, elbiseni de tertemiz et, pisliklerden uzak dur."
(Müddessir, 1-5) buyruklarını indirdi." Pislik (er-rucz) putlardır.
"Bundan sonra vahiy arka arkaya geldi" buyurdu.
Diğer tahric: Buhari,
3, 4922, 4923, 4925, 4953, 3238, 6214; TIrmizi, 3325; Tuhfetu'I-Eşraf, 3152
256 - (161) وحدثني
عبدالملك بن
شعيب بن الليث
قال: حدثني أبي
عن جدي قال:
حدثني عقيل عن
ابن شهاب قال:
سمعت أبا سلمة
بن عبدالرحمن
يقول: أخبرني
جابر بن
عبدالله أنه
سمع رسول الله
صلى الله عليه
وسلم يقول: "ثم
فتر الوحي عني
فترة. فبينا
أنا أمشي" ثم
ذكر مثل حديث
يونس غير أنه
قال "فجثثت
منه فرقا حتى
هويت إلى
الأرض" قال،
وقال أبو
سلمة: والرجز الأوثان.
قال: ثم حمي
الوحي، بعد،
وتتابع.
[:-405-:] Bana Abdulmelik b. Şuayb b. Leys de tahdis etti. Bana
babam, dedemden tahdis etti. Bana Ukayl b. Halid, İbn Şihab'dan tahdis etti.
Ebu Seleme b. Abdurrahman'ı şöyle derken dinledim: Cabir b. Abdullah'ın bana haber verdiğine göre o Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken dinlemiştir:
"Sonra vahiy benden
bir süre kesildi, bir süre vahiy inmedi. Bir ara ben yolda yürürken ... "
Sonra da Yunus'un hadisi
rivayet ettiği gibi zikretti. Ancak o rivayetinde şöyle dedi: "Ben ondan
iyice korktum hatta yere kapandım" dedi.
(İbn Şihab) dedi ki: Ebu
Seleme dedi ki: Rucz (pislik) putlar demektir. Dedi ki: Sonra vahiy kızıştı ve
arka arkaya inmeye başladı.
وحدثني
محمد بن رافع.
حدثنا
عبدالرزاق.
أخبرنا معمر عن
الزهري بهذا
الإسناد. نحو
حديث يونس
وقال: فأنزل
الله تبارك
وتعالى: {يا
أيها المدثر
إلى قوله
الرجز فاهجر}.
قبل أن تفرض
الصلاة. (وهي
الأوثان) وقال
"فجثثت منه"
كما قال عقيل".
[:-406-:] Bana Muhammed b. Rafi' de tahdis etti. Bize Abdurrezzak
tahdis etti. Bize Ma'mer,
ez-Zühri'den bu isnat ile Yunus'un hadisine yakın olarak haber verdi. (2/64a)
Ayrıca dedi ki: Şanı yüce ve mübarek Allah: "Ey örtünüp bürünen"
buyruğundan itibaren "pisliklerden uzak dur" (Müddessir, 1-5)
buyruğuna kadar olanları, namaz farz kılınmadan önce indirdi. Rucz ise putlar
demektir. (ez-Zühri) ayrıca: Ukayl'in dediği gibi: "Ondan çok
korktum" dedi.
Tahric bilgisi 404 ile
aynı.
257 - (161) وحدثنا
زهير بن حرب.
حدثنا الوليد
بن مسلم. حدثنا
الأوزاعي قال:
سمعت يحيى
يقول:
سألت
أبا سلمة: أي
القرآن أنزل
قبل؟ قال: يا
أيها المدثر.
فقلت: أو
اقرأ؟ فقال:
سألت جابر بن
عبدالله: أي
القرآن أنزل
قبل؟ قال: يا
أيها المدثر.
فقلت: أو أقرأ؟
قال جابر:
أحدثكم ما
حدثنا رسول
الله صلى الله
عليه وسلم.
قال "جاورت
بحراء شهرا.
فلما قضيت
جواري نزلت
فاستبطنت
بطن الوادي.
فنوديت. فنظرت
أمامي وخلفي
وعن يميني وعن
شمالي. فلم أر
أحدا. ثم
نوديت. فنظرت
فلم أر أحدا.
ثم نوديت
فرفعت رأسي.
فإذا هو على
العرش في الهواء
(يعني جبريل
عليه السلام)
فأخذتني رجفة
شديدة. فأتيت
خديجة فقلت:
دثروني.
فدثروني. فصبوا
علي ماء.
فأنزل الله عز
وجل:
{يا
أيها المدثر.
قم فأنذر.
وربك فكبر.
وثيابك فطهر}" [74/
المدثر/ آية-1-4]
[:-407-:] Bize Züheyr bin Harb de tahdis etti. Bize Velid b. Müslim
tahdis etti. Bize Evzai tahdis etti: Yahya'yı şöyle
derken dinledim: Ebu Seleme'ye Kur'an'ın hangi suresi önce indirildi, dedim. O:
''Ey örtünüp bürünen'' (Müddessir 1) dedi.
Ben: Yoksa İkra' mı,
dedim. Bu sefer şöyle dedi: Cabir b. Abdullah'a: Kur'an'ın hangi suresi önce
indirildi diye sordum. O: "Ey örtünüp bürünen, dedi."
Ben: Yoksa İkra mı,
dedim. Cabir: Ben size Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bize
söylediğini tahdis ediyorum, dedi. O şöyle buyurdu: "Hira'da bir ay
mücavir kaldım (ibadete çeki/dim). Mücavirliğimi bitirince indim, vadinin iç
tarafından yoluma devam ettim. Bana seslenildi, önüme arkama, sağıma, soluma
baktım. Hiç kimseyi görmedim sonra (yine) bana sesleni/di, bakındım yine
kimseyi göremedim sonra bir daha bana seslenilince başımı kaldırdım onun havada
arşın (tahtın) üzerinde olduğunu görüverdim. -Cebrail (aleyhisselam)'ı
kastetmektedir.- Beni aşırı bir titreme tuttu, hemen Hatice'nin yanına gittim.
Beni örtün, beni örtün, üzerime de su dökün, dedim. Sonra Aziz ve Celil Allah:
"Ey örtünüp bürünen, kalk ve inzar et (korkut) ve yalnız Rabbini yücelt,
elbiseni tertemiz et" (Müddessir, 1-4) buyruklarını indirdi."
258 - (161) حدثنا
محمد بن
المثنى. حدثنا
عثمان بن عمر.
أخبرنا علي بن
المبارك، عن
يحيى بن أبي
كثير، بهذا
الإسناد. وقال" فإذا
هو جالس على
عرش بين
السماء
والأرض".
[:-408-:] Bize Muhammed b. el-Müsenna da tahdis etti. Bize Osman b.
Ömer tahdis etti. Bize Ali b. el-Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir'den bu isnat ile
haber verdi ve (Allah Resulü):
"Onun yer i/e gök
arasında arşın üzerinde oturmakta olduğunu görüverdim" (buyurdu), dedi.
Tahric bilgisi 404 ile
aynı.
DAVUDOĞLU ŞERHİ İÇİN buraya tıklayın
NEVEVİ ŞERHİ (401-408 numaralı
hadisler): Bu babta bilinen meşhur hadisler yer almaktadır. Yüce Allah'ın
izniyle sırasıyla lafızlarını ve manalarını ele alacağız.
Senette
(401): "Ebu't-Tahir b. Ebu's-Serh" vardır ki "Serh" isminin
sin harfi fethalıdır.
Aynı
hadiste "Aişe (r.anha) dedi ki ... sadık rüyadır." Bu hadis ashab-ı
kiramın (r.a.um) mürsel rivayetlerindendir; çünkü Aişe (r.anha) bu olaya
yetişmemiştir. Dolayısıyla o bunu ya Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den
yahuı: bir sahabiden dinlemiştir. Daha önce fasıllarda sahabenin mürsel
rivayetinin bütün alimler tarafından delil kabul edildiğini ancak bu hususta
üstad Ebu İshak el-İsferayini'nin tek başına benimsediği kanaatin bir istisna
teşkil ettiğini söylemiş idik. Allah en iyi bilendir.
Aişe
(r.anha}'nın "sadık rüya" ifadesi Buhari (rahimehullah)'ın
rivayetinde "salih rüya" şeklinde olup, her ikisi de aynı anlamdadır.
Aişe
(r.anha}'nın: "Gördüğü her bir rüya mutlaka sabah aydınlığı gibi
çıkardı" sözleri ile ilgili olarak dilbilginleri (sabah aydınlığı diye
çevirdiğimiz) "felakussubh" ile "ferakussubh"ın sabah
aydınlığı demek olduğunu söylemişlerdir. Bu tabir ise apaçık ve besbelli şey
hakkında kullanılır.
Kadı
(rahimehullah) ve diğer ilim adamları şöyle demişlerdir: Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem}'e önce böyle bir rüyanın gösterilmekle başlanması melek ile
karşılaşmasının çok ani olmaması, açık ve kesin nübüwetin ona ansızın gelmemesi
içindi. (2/197) Çünkü beşeriyetin güçleri ona katlanamaz. Bundan dolayı
nübüwetin özelliklerinin ilki ve ikram ve lütuf müjdelerinin birincisi olan
sadık rüya ile diğer hadislerde geçen ışık görmek, taşların ve ağaçların ona
nübuwetini zikrederek selam verdiklerini ifade eden seslerini işitmesi ile
başladı.
Aişe
(r.anha}'nın: "Sonra ona yalnızlık sevdirildi. .. ta ki aniden hak ile
karşılaşıncaya kadar."
Halvet
(yalnız kalmak), salihlerin ve Allah'a çokça ibadet eden ariflerin bir halidir.
Ebu Süleyman el-Hattabi (rahimehullah) dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem)'e uzletin (insanlardan ayrılmanın) sevdirilmesi bu hal ile kalbin
başka meşguliyetlerden kurtulmasından ve bu halin düşünmeye, tefekküre yardımcı
olmasından dolayıdır. Uzlet sayesinde insanlığın alışkanlıklarından uzaklaşır
ve kalbi huşu duyar. Allah en iyi bilindir.
Mağara:
Dağdaki bir oyuktur. Çoğulu "ğıran" diye gelir. Meğar ve meğara ile
ğar aynı anlamdadır. Küçültme ismi "ğuveyr" olarak gelir. Hira ise hı
harfi kesreli, şeddesiz re ve sonu med iledir. Munsarıf ve müzekker isimdir,
sahih olan budur. Kadı İyaz der ki: Bu lafız müzekker ve müennes de kullanılır
ama müzekker kullanımı daha çoktur. Onu müzekker kabul eden aynı zamanda
munsarıf olarak değerlendirir. Müennes görene göre ise munsarıf değildir. O
takdirde de dağın bulunduğu bölgeyi veya ciheti kastetmiş olur. Yine Kadı İyaz
dedi ki: Bazıları bu kelimeyi fethalı ha ve maksur elif ile: Hara diye söylemiş
ise de bunun hiçbir kıymeti yoktur.
Saleb'in
öğrencisi Ebu Ömer ez-Zahid, Ebu Süleyman el-Hattabi ve başkaları der ki: Hadis
alimleri ile avam "hira" isminde üç yerde hata ederler:
Ha
harfi kesreli olduğu halde fethalı telaffuz ederler, yine ra harfi fethalı
olduğu halde kesreli telaffuz ederler, memdud olduğu halde elif'i kasr ile
okurlar. Hira Mekke' den Mina'ya gidenin sol tarafında kalan Mekke' den
yaklaşık üç mil uzaklıktaki bir dağdır.
Tehannus:
Hadiste teabbud olarak açıklanmıştır ve bu doğru bir açıklamadır.
"el-Hıns" aslında günah anlamındadır. Tehannüs ediyor ise, hıns
denilen günahtan uzak duruyor demek olur, sanki o yaptığı ibadet ile kendisini
hıns (günah}den alıkoymuş olur. Teharruc ve teessüm de tehannüse benzer yani
harec ve ism (vebal}den uzak durmak demektir.
Aişe
(r.anha)' nın: "Belli sayıdaki geceler" ifadesi taabbud ile değil
tahannüs ile alakalıdır. Yani belli sayıdaki geceler tahannüs ederdi (ibadet
ederdi). Eğer bu taabbud ile alakalı kabul edilirse mana bozulur. (2/198) Çünkü
tehannüs için birkaç gece olma şartı aranmaz, aksine az ve çok süre hakkında
kullanılır. Taabbud diye yapılan açıklaması ise Aişe (r.anha)'nın sözü arasına
girmiş bir açıklamadır. Onun sözleri ise: "Orada belli sayıda geceler de
tehannüs ederdi" şeklindedir. Allah en iyi bilendir.
"Aniden
ona hak gelince" aniden ona vahiy gelince demektir. Çünkü kendisi vahyin
gelmesini beklemiyordu.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben okuma bilmem" sözü ben güzel
okumayı beceremiyorum demektir. Buradaki "ma" olumsuzluk içindir,
doğrusu budur. Kadı İyaz (rahimehullah) bununla ilgili olarak ilim adamları
arasında görüş ayrılığından bahsetmektedir. Bazı ilim adamları bunu olumsuz
(nafiye) olarak kabul ederken, bazıları bunu soru edatı (istifhamiye) diye
kabul etmiştir. Halbuki haberin başına be harfinin gelmesi ile bu açıklama
zayıf görülmüştür.
Kadı
İyaz der ki: Bunu "(i ji lo): Ne okuyayım" diye rivayet edenlerin bu
rivayeti, buradaki ma'nın soru edatı olduğunu söyleyenlerin görüşünün sahih
olduğunu ortaya koyar. Bununla birlikte bu edatın bu rivayette de olumsuzluk
(nefy) edatı olması mümkündür. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "takatim kesilinceye kadar beni SIkıştırdı,
sonra beni bıraktı" buyruğuda, beni sıkıştırdı ve beni kucakladı,
demektir. Gatta (tı ile) Gette (te ile) asara, halaka ve gameze fiilleri de hep
aynı anlamdadır.
("Takat"
anlamını verdiğimiz) "el-cuhd" kelimesinde cim harfi hem fethalı, hem
ötreli söylenebilir. Bu da ileri derecede meşakkat ve zorluk demektir.
"el-Cuhd (takat)" kelimesinin son harfi olan dal harfi nasb ile de
ref ile de okunabilir. Nasb ile okunursa Cebrail beni takatim kesilinceye kadar
sıkıştırdı anlamına gelir, ref ile okunursa (o beni sıkıştırınca) benim takatim
adeta kesildi demek olur. Bu şekildeki iki okuyuşu zikredenler arasında
et-Tahrir sahibi ve başkalan da vardır.
"Beni
bıraktı." Beni salıverdi (sıkıştırmasını bitirdi) demektir. İlim adamları
dedi ki: Bu sıkıştırmaktaki hikmet başka şeylere yönelmekten onu alıkoyup, ona
söyleyecekleri ile kalbinin tam anlamıyla ve ileri derecede huzur ile
ilgilenmesini sağlamaktır. Bu sıkıştırmanın üç defa tekrar edilmesi de
dikkatini toplaması için bir mübalağadır.
Bundan
da ilim öğreten hocanın öğrencisinin dikkatini toplamasını sağlamakta ihtiyatlı
olması ve ona kalbini uyanık tutmasını emretmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Allah en iyi bilendir.
Resulullah
{sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Sonra beni bıraktı ve yaratan Rabbinin
adıyla oku, dedi." Bu Kur'an-ı Kerim'den ilk inen buyrukların "oku
... " olduğunun apaçık delilidir. Selef ve haleften büyük çoğunlukların
benimsedikleri doğru kanaat de budur. İlk indirilen buyrukların "ey
örtünüp bürünen" (Müddessir, I) olduğu söylenmiş ise de bunun bir kıymeti
yoktur. (2/199) Bunu bu babta bu hadisten sonra yeri gelince yüce Allah'ın
izniyle sözkonusu edeceğiz.
"Bismillahirrahmanirrahim"
surelerin başında Kur'an-ı Kerim'den değildir diyen bazı kimseler de bu hadisi
delil göstermişlerdir; çünkü burada bismillahirrahmanirrahim sözkonusu
edilmemiştir. Surelerin başında bir ayet olduğunu kabul edenler ise besmele'nin
ilk olarak nazil olmadığını ama surenin geri kalan kısmının başka bir zamanda
indiği gibi, besmelenin de başka bir zamanda indiğini söyleyerek cevap
vermişlerdir.
Aişe
{r.anha)'nın: "Boyun etleri titriyordu" sözlerinde titriyor, oynayıp
duruyordu, demektir. Ebu Ubeyd ve diğer dilbilginleri ile Garibu'lHadis
alimleri derler ki "bevadir" omuz ile boyun arasındaki ete denir.
İnsan korktuğu zaman bunlar hareket eder, oynar.
Raswullah
{sallallahu a1eyhi ve sellem)'in: "Zemmiluni zemmiluni" demesi
rivayetlerde bu şekilde iki defa tekrar edilmiştir. Beni elbiselerle örtün,
elbiselerle beni sann, demektir.
"Kendim
için korktum" buyruğu ile ilgili olarak Kadı İyaz (rahimehullah) şöyle
diyor: Bu kendisine yüce Allah'tan gelen (vahiy) hakkında şüphe ettiği
anlamında değildir. O bu işi taşıyabilecek gücü bulamamaktan korkmuş ve vahyin
yüklerini kaldıramayıp, öleceğinden çekinmiş olabilir. Yahut bu sözleri gerek
uykuda, gerek uyanıkken gördüğü ilk müjde halleri ile melek ile karşılaşmadan
ve Rabbinin risaletinin kendisine geldiğinden muhakkak olarak emin olmadan önce
işittiği sesler ile ilgili olabilir. Böylelikle o bu halin kovulmuş şeytandan
da olabileceğinden korkmuş olmaktadır. Ama melek kendisine şanı yüce Rabbinin
risaletini getirdikten sonra, bu hususta onun şüphe etmiş olması asla mümkün
değildir. Şeytanın ona baskı yapıp, etkilemiş olacağından asla korkulmaz. İşte
peygamber olarak gönderilmesi ile ilgili hadiste bu türden varid olmuş bütün
rivayetlerin bu yolla yorumlanması, anlaşılması gerekir.
Kadı
İyaz (rahimehullah)'ın Sahih-i Müslim şerhindeki sözleri bunlardır. O eş-Şifa
adlı kitabında da bu iki ihtimali geniş açıklamalarla sözkonusu etmiştir ama bu
ikinci ihtimal zayıftır. Çünkü hadisin açık ifadelerine aykırıdır. Zira bu hali
meleğin onu kucaklayıp, sıkıştırmasından ve kendisine "yaratan Rabbinin
adı ile oku" diye başlayan vahyi getirmesinden sonra olmuştu. Allah en iyi
bilendir.
Aişe
(r.anha)'nın: "Hatice ona: Asla, sana müjde ... dedi." Onun "kella:
asla" sözü burada nefy ve uzaklaştırmak manasındadır. (2/200) Bu da bu
edatın anlamlarından birisidir. Bazen gerçekten, bazen uyarmak için kullanılan
"ela" anlamında kullanılır, bazen onunla söze başlanılır. Kur'an-ı
Azimuşşan'da da birkaç türlü kullanılmıştır. İmam Ebu Bekr b. el-Enbari, elVakf
ve'l-İbtida adlı eserinin bir babında bu edatın kısımlarını ve kullanıldığı
yerleri bir arada zikretmiş bulunmaktadır.
"(......):
Seni mahçup etmez" ibaresinde ye harfi ötrelidir. Bu kelime (401 numaralı)
Yunus'un ve (403 numaralı) Ukayl'in rivayetinde bu şekilde olmakla birlikte
Ma'mer rivayetinde:" (d; ~ '1): Seni üzmeyecektir" anlamındadır.
Diğer rivayet rezil olmak ve değerinin düşürülmesi anlamını ifade eder.
"S
ıla-i rahim: akrabalık bağını gözetmek" Akrabalara gözeten ve gözetilenin
durumuna göre iyilik yapmak demektir. Bu bazen mal ile bazen hizmette
bulunmakla, bazen ziyaretle, selam vermekle ve başka yollarla olur.
"el-Kell:
Aciz"in asıl anlamı ağırlıktır. Yüce Allah'ın: "Kendisi de efendisine
yük olan "kell" (Nahı, 76) buyruğu da bunun gibidir. Aciz olanın
yükünün taşınmasının kapsamına zayıfa, yetime, aile halkına ve daha başkalarına
infakta bulunmak da girer. Bu da bitkin düşmek demek olan
"el-keıaı"den gelmektedir.
"Fakire,
bir şeyi olmayana kazandırırsın" ibaresinde fiilin te harfi fethalıdır,
meşhur ve sahih olan budur. Kadı İyaz bunu çoğunluğun rivayeti olarak
nakletmekte ve şunları söylemektedir: Bazıları ise bu harfi ötreli olarak
rivayet etmişlerdir. Ebu'l-Abbas, Saleb ve Ebu Süleyman el-Hattabi ile
dilbilginlerinden bir topluluk da "kesebe" ve "eksebe"
fiillerinin aynı anlamda iki ayrı söyleyiş olmakla birlikte hepsinin ittifakı
ile elifsiz olarak "kesebe" şeklinin olduğunu söylemişlerdir.
"Bir
şeyi olmayana kazandırırsın" ibaresinin anlamına gelince, te harfini
ötreli olarak rivayet edenlere göre, sen bir şeyi olmayan senden başkasına mal
kazandırırsın, kazanmasını sağlarsın, demek olur. Bu da senin malı o kimseye
bağış olarak vermen anlamındadır. Bunun sen insanlara senden başka kimsede
bulamayacakları oldukça nefis faydalı şeyler ve üstün ahlaki değerler verirsin
anlamında olduğu da söylenmiştir.
Te
harfinin fethalı rivayeti ile ilgili olarak da anlamının ötreli okunuşu ile
aynı olduğu söylendiği gibi, sen olmayan malı kazanır ve başkasının
kazanmaktan, elde etmekten aciz olduğu kadarını sen elde edersin, demek olduğu
da söylenmiştir. Çünkü Araplar özellikle de Kureyşliler olmayan malı kazanmakla
birbirlerine karşı övünürlerdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'de
ticaretinde oldukça kısmetli idi. Bu açıklamayı da Kadı İyaz, ed-Delail sahibi
Sabit'ten nakletmektedir. Ancak bu açıklama zayıf yahut yanlıştır. Böyle bir
yerde bu açıklamanın ne anlamı olur ki? Ancak ona bazı laflZlar ekleyerek doğru
bir açıklama haline getirilmesi de mümkündür. Bu durumda da anlamı şöyle olur:
Sen, senden başkasının kazanamayacağı kadar çok miktarda mal kazanır, sonra
bunu çeşitli hayır yollarında ve faziletli alanlarda cömertçe harcarsın.
Nitekim
kendisi de aciz olanı taşıması, akrabalık bağını gözetmesi, misafire ikramda
bulunması hak yolda karşılaşılan musibetlere yardımcı olması gibi sözünü ettiği
faziletli haller buna benzer. Evet, bu kelime ile ilgili doğru açıklama budur
(2/201).
et-Tahrir
sahibi der ki: Burada "yoksul" kazanmaktan aciz, hiçbir şeyi
bulunmayan, muhtaç adam demektir. Ona yoksul (ma' düm) adının verilmesi ölmüş
ve yok olmuş kişi gibi oluşundan dolayıdır; çünkü başkasının tasarrufta
bulunduğu gibi, o da maişetinde tasarrufta bulunamamaktadır.
Hattabi
bunun doğru şeklinin vav'sız olarak "el-mudem/el-mudim" olduğunu
söylemiştir. Ancak Hattabi'nin dediği gibi değildir, aksine ravilerin rivayet
ettiği şekil doğrudur.
"Yoksula
kazandırırsın" ifadesinin aciz bir kimseyi arayıp, onun hayat bulmasını, canlanmasını
sağlarsın, bunun için çalışırsın anlamında olduğu da söylenmiştir.
"Kesb:
kazanmak" istifade etmek, yararlanmak demektir. et-Tahrir sahibinin bu
açıklamalarının bu laflZ ile ilgili belirttiğim gibi kısmen uygun tarafları
olmakla birlikte doğru ve tercih edilen, az önce yaptığım açıklamadır. Allah en
iyi bilendir.
Hatice
(r.anha) validemizin: "Misafiri ağırlarsın" ibaresinde te harfi
fethalıdır. Misafire yedirilen yemeğe bu fiilden gelen isim olarak
"kıra" denilir. Bu işi yapana (etken ortaç): karın denilir.
"Hak
uğrundaki musibetlere yardımcı olursun" sözlerine gelince, nevaib musibet
demek olan naibe'nin çoğuludur. Hak musibet demesinin sebebi böyle bir olayın
bazen hayır uğrunda, bazen şer uğrunda olmasının mümkün oluşundan dolayıdır.
Lebid şöyle der:
"Hayır
ve şerden türlü musibetler (hadiseler}in her ikisi de Hayır da uzayıp gitmez,
şer de yapışıp kalmaz."
İlim
adamları (r.a) dedi ki: Hatice (r.anha)'nın söylediği bu sözlerin anlamı şudur:
Sana hoşuna gitmeyecek bir şey gelip, isabet etmez; çünkü Allah seni üstün
ahlaki değerlere ve oldukça büyük erdemlere sahip kılmıştır. Bunun da çeşitli
örneklerini sözkonusu etmektedir.
İşte
bu, güzel ahlakın ve iyi hasletlerin kötü ve yıkıcı hadiselerden esen kalmaya
sebep olacağını göstermektedir. Ayrıca bir maslahatı göz önünde bulundurarak
bazı hallerde insanı yüzüne karşı övmek mümkündür. Diğer taraftan korkacağı bir
hal ile karşı karşıya kalmış bir kimseyi teselli edip, onu müjdelemek ve ona
esenliğe kavuşmasının sebeplerini zikretmek yerindedir. Ayrıca bunlarda Hatice
(r.anha)'nın pek mükemmel, sağlam görüş sahibi, güçlü bir kişiliği, sapasağlam
bir kalbi ve derinliğine anlayışı (fıkhı) pek büyük birisi olduğunun en büyük
delili ve en açık bir belgesidir. Allah en iyi bilendir.
Hatice
(r.anha)'nın Varaka hakkında: "Cahiliye döneminde hristiyanlaşmış bir adam
idi" sözleri hristiyanlık dinine girmişti demektir. Cahiliye ise
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in risaletinden önceki dönemin adıdır.
Onlara bu adın veriliş sebebi ileri derecede bir cehalet içerisinde bulunmaları
idi. Allah en iyi bilendir.
Hatice
(r.anha)'nın: "Arapça yazı yazardı. .. Allah'ın yazmasını dilediği
kadarını yazardı." Müslim'de ibare bu şekildedir. Hem Arapça yazardı, hem
de İncil'den Arapça yazardı, şeklindedir. Buhari'nin Sahihinin baş tarafında
ise: "O kitabı İbranice yazardı. İncil' den İbranice yazardı"
şeklindedir. Her ikisi de sahihtir. Bunların ifade ettiği mana da şudur: O
hristiyanlık dinini İncil hakkında bazı çalışmalar yapacak kadar öğrenmişti.
Oradan dilediği yeri isterse İbranice, isterce Arapça yazabiliyordu. Allah en
iyi bilendir.
"Hatice
(r.anha) ona: amcacığım kardeşinin oğlunu dinle, dedi."
Diğer
rivayette (403): "Hatice: Ey amcamın oğlu ... dedi" şeklindedir.
Asıllarda bu şekildedir. Birinci rivayette amca, ikinci rivayette amcaoğlu
denilmektedir. Her ikisi de doğrudur. İkincisinin doğru olması hadisin baş
tarafında zikrettiği gibi gerçekten amcasının oğlu olduğundan dolayı böyle
denilmiştir. Çünkü adı Varaka b. Nevfel b. Esed'dir. Kendisi ise Hatice bnt.
Huveylid b. Esed' dir. Birincisinde ona amca demesi ise saygı için mecazen
demiştir. Bu Arapların hitap adabındaki adetleridir. Küçük büyüğe ona saygı ve
mertebesini yükseltmek maksadıyla, amca diye hitap eder. Amcamın oğlu hitabı
ile ise bu maksat hasıl olmaz. Allah en iyi bilendir.
Varaka'nın:
"Bu Musa (aleyhisselam)'a indirilen namustur" sözünde de namus'tan
kasıt, Cebrail (aleyhisseıam)'dır. Dilciler ve Garibu'l-Hadis bilginleri der
ki: Sözlükte namus hayırlı bir sırrı saklayan kimsedir. Casus ise şer olan
sırrı saklayan kişidir. -Sin harfi ile- "nemese" kökü ise gizleyip,
saklamak demektir. Namese ise gizlice bir şeyler söylemek anlamındadır.
Cebrail
(aleyhisselam)'a namus denileceği üzerinde de ilim adamları ittifak
etmişlerdir. Aynı şekilde burada onun kastedildiğini de ittifakla kabul
etmişlerdir. el-Herevi dedi ki: Ona bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın gaybı
ve vahyi bildirme özelliğini ona tahsis etmiş olmasından dolayıdır. "Musa
(aleyhisselam)'a indirilen" ibaresi de her iki sahihte ve diğer hadis
kaynaklarında da bu şekildedir, meşhur olan da budur. Biz bunu Sahihin
dışındaki kaynaklarda: "İsa (aleyhisselam)'a inen" diye rivayet etmiş
bulunuyoruz. Her ikisi de sahihtir.
Yine
Varaka'nın: "Keşke o zaman güçlü kuwetli olsaydım" ifadesindeki
"o" zamiri nübüwet günlerine ve süresine aittir. Keşke o günlerde
genç ve güçlü birisi olsaydım da sana en ileri derecede yardımcı olabilseydim.
Bu anlamda bu lafız aslında hayvanlar için kullanılır, burada bunu kendisi için
istiare yoluyla kullanmıştır. "Güçlü kuwetli" anlamındaki
"ceza" kelimesi Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde ve diğer kaynaklarda
meşhur olan rivayeti "nasb" iledir. Kadı İyaz der ki: İbn Mahan'ın
rivayetinde ref ile gelmiştir. Buhari'de el-Asili rivayetinde de bu şekildedir.
Bu rivayet açıktır, fakat nasb ile rivayeti açıklama hususunda ilim adamları
ihtilaf halindedirler.
el-Hattabi,
el-Maziri ve başkaları (2/203) şöyle demektedir: Nasb ile okunması hazfedilmiş
"kane"nin haberi kabul edilmesine binaendir. Bu Kufeli nahivcilerin
mezhebine göre böyle gelebilir. Kadı İyaz der ki: Bana göre bu lafız halolarak
nasbedilmiştir. "Leyte"nin haberi ise "fiha: o zamanda, o
vakitte" lafzıdır. Kadı İyaz'ın tercih ettiği bu görüş yine hocalarımız
arasından ve kendilerine güvenilen daha başkalarının tahkik ve bilgi ehli
olanlarının tercih ettiği bir görüştür. Allah en iyi bilendir.
Varaka'nın:
"Eğer senin gününe erişirsem" yani peygamber olarak çıkacağın zamana
kadar yaşarsam "sana oldukça güçlü bir şekilde yardım ederim" güçlü
ve ileri derecede yardımcı olurum anlamındadır.
Diğer
rivayette (402): "Bize Ma'mer haber verdi. Dedi ki: ez-Zührı dedi ki: Bana
Urve de haber verdi" ibaresi asıl nüshalarda da bu şekilde "ve
ahbaranı: ve bana haber verdi" diye vav iledir, sahih olan budur.
"Bana haber verdi" diyen ez-Zühri'dir. Buradaki vav'ın ince bir
faydası vardır ki, daha önce birkaç yerde bunu açıklamıştık. O da şudur:
Ma'mer, ez-Zühri'den çeşitli hadisler dinlemiş olup, ez-Zühri bunları rivayet
ederken bana Urve şunu haber verdi ve bana Urve şunu haber verdi deyip,
hadislerin tamamını rivayet eder. Ma'mer ilk hadisin dışında bir hadis rivayet
etmek isterse şöyle derdi: ez-Zühri dedi ki: Bana Urve şunu da haber verdi
deyip, işittiği gibi rivayet etmek için başa vav getirmiştir. Bu ise ihtiyat,
tahkik, lafızları korumak ve bunlar için gereken dikkati göstermek türündendir.
Allah en iyi bilendir.
Yine
bu rivayette yani (402) Ma'mer rivayetinde: "Allah'a yemin ederim ki Allah
seni üzmeyecektir" demektedir ki buna dair açıklamayı daha önce yaptık.
(2/204)
Ukayli
rivayetinde (403): "Kalbi titriyordu" ibaresine gelince, daha önce
"Yemenliler kalpleri en ince kimselerdir" hadisinde kalp ile fuad
arasındaki farkı açıklamıştık. Hatice (r.anha)'nm, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
kalbinin titrediğini bilmesine gelince göründüğü kadarıyla o bunu gerçekten
görmüştü. Görmemekle birlikte bunu halinin belirtilerinden ve şeklinden bilmiş
olması da mümkündür.
(404)
"Cabir b. Abdullah el-Ensari -ki Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
ashabındandı-" şeklindeki ibareler hadiste zaman zaman tekrarlanan türden
ibarelerdir. Onlara dikkat çekmek gerekir. Şöyle ki o (Ebu Seleme) "Cabir'
den -ki o Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabındandı-" diye
rivayette bulunmuştur. Cabir b. Abdullah el-Ensari (r.a.)'ın ashab-ı kiramın en
ileri derecede meşhurlarından birisi olduğu ise bilinen bir husustur. Hatta o
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den en çok rivayet nakleden alb
sahabiden biridir.
Bunun
cevabı şudur: Bazı raviler onun sahabi olduğunu bilmemesi ihtimali bulunan
kimselere muhatap olmuşlardı. Bunu açıklayarak böyle bir yanılmayı ortadan
kaldırmış sonra da bu şekilde rivayet devam etmiş bulunmaktadır.
Eğer:
Bu isnatta yer alan bu raviler üstün ve değerli imamlardır. Bunların Cabir'in
sahabiliğini bilmemesi nasıl düşünülebilir denilecek olursa şöyle cevap
verilir: Bu hususun bazılarına açıklanması ilimde ilerlemeden ve bilgi sahibi
olmadan önceki küçüklük zamanında sözkonusu olmuştur. Sonra olgunluğa erişince
bu hadisi duyduğu gibi rivayet etmiştir. Cabir hakkında sözünü ettiğim bu
hususun bir benzeri ashab-ı kiram'ın birçoğu hakkında tekrar tekrar görülen bir
husustur. Hepsi ile ilgili verilecek cevap da zikrettiğim şekildedir. Allah en
iyi bilendir.
"Vahyin
kesintiye uğraması (fetreti)" ise vahyin gelmemesi, ardı arkasına inmemesi
demektir. (2/205) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (404): "Hira'da
bana gelen meleği oturuyor gördüm." Asıl nüshalarda bu şekilde:
"(Ul.::-): oturuyor diye hal olarak nasb ile gelmiştir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Ondan korktum ... "
<---------------------------------------------------------------------------------------------------
İmam
Nevevi burada Müslim'in 404 ve bundan sonraki rivayette bu kelimenin
"fecuistu" ve "fecusistu" şeklindeki rivayetlerini ele
almakta ve rivayet ihtilaflarım ortaya koymakta, muhakemelerini yapmakta ve
rivayetler arasındaki farkın pek önemsenmemesi gerektiği sonucuna ulaşmaktadır.
(Çeviren)
--------------------------------------------------------------------------------------------------->
Bu
lafzın anlamına gelince, her iki rivayette aynı anlamdadır. Yani bu kelimenin
peltek se ve diğerinin hemze ile rivayeti korktum, dehşete düştüm anlamındadır.
Buhari'nin rivayetinde de "feruibtu: korktum, dehşete düştüm" diye
kaydedilmiştir.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (405): "Yere düştüm" ibaresine
gelince: Burada mı başına hemze getirilmeksizin ziyadesiz olarak gelmiştir ve
bu doğrudur. Hemzeli olarak da kullanılır, o da aynı anlamdadır. İki ayrı
söyleyiştir. Hemzesiz kullanılmayacağını söyleyenler ise yanlış yapmışlardır,
bunu bilmemektedirler. Allah en iyi bilendir.
"Sonra
vahiy hızlandı ve arka arkaya indL" Hadisten "hamiye: ısındı
(hızlandı)" ve "tetabea: arka arkaya indi" laflZlan aynı
anlamdadır. Birini diğeriyle tekit etmiştir. Birinci kelime çokça indi ve arttı
demektir. "(....): Ateş ve güneş ısındı" sözlerinden alınmıştır ki,
harareti yükseldi, ısısı arttı demektir.
"İlk
indirilen yüce Allah'ın: "Ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğu
olduğunu söylemek ise zayıftır hatta batıldır. Doğrusu ise kayıtsız ve şartslZ
olarak ilk inenin Aişe (r.anha)'nın rivayet ettiği (401) hadiste açıkça ifade
edildiği gibi "yaratan Rabbinin adıyla oku" (Nak, 1) buyruğudur. "Ey
örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğu ise, ez-Zühri'nin Ebu Seleme'den,
onun Cabir' den diye naklettiği rivayette açıkça ifade ettiği gibi, vahyin
fetret döneminden sonra inmiştir.
Bu
hadiste birkaç yerde açıkça görülmektedir. Bunlardan biri (404):
"Vahyin
kesilmesinden söz ederken" sözünden başlayıp: "Sonra yüce ,.l\llah:
"Ey örtünüp bürünen" buyruklarını indirdi" sözleridir. Yine
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (404): "Bir de baktım ki
Hira'da bana gelen melek" sözü, daha sonra (406) sonra yüce Allah:
"Ey örtünüp bürünen" buyruklarını indirdi" ibaresi yine (404):
"Sonra vahiy arka arkaya geldi" ifadesi bunlar arasındadır ki fetret
döneminden sonra arka arkaya geldi demektir. O halde doğru olan ilk inen
buyruğun " ... oku" buyrukları olduğudur. Vahyin fetret döneminden
sonra ilk inen ise "ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruklarıdır.
Müfessirler arasında ilk inen sure fatiha suresidir diyenlerin görüşleri ise,
ayrıca sözkonusu edilmeyecek kadar açıkça batıl bir görüştür. Allah en iyi bilendir.
Resulullah
(salIallahu aIeyhi ve seIlem)'in (407): "Vadinin iç tarafından
geçtim" yani, onun iç tarafında idim. Cebrail (aleyhisseIam) hakkında:
"Onun havada arşın üzerinde olduğunu gördüm." ifadesinde arş'tan
kasıt daha önceki rivayette geçtiği üzere kürsidir yani yer ile gök arasında
bir kürsi üzerinde idi.
Dilciler
der ki: Arş, serir (taht) demektir. Krallık seriri (tahtı) denilmiştir.
Şanı
yüce Allah da: "Ve onun (Sebe kraliçesinin) büyük bir arşı (tahtı)
vardır." (NemI, 23) buyurmaktadır.
Hava
ise sema ile yer arasındaki boşluktur. Diğer rivayette belirtildiği gibi. Hava
boşluk demektir. Nitekim yüce Allah: "Kalpleri ise heva (bomboş)
olacaktır." (İbrahim, 43) buyurmaktadır.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Beni şiddetli bir titreme tuttu"
ibaresindeki "titreme" anlamındaki kelime olan "recfe"
meşhur rivayetlerde bu şekilde re harfi iledir. Kadı İyaz dedi ki:
es-Semerkandi ise bunu vav harfi ile "vecfe" olarak rivayet etmiştir.
Her ikisi de sahihtir. Anlam itibariyle birbirine yakındır. Anlamları
sarsılmak, çalkalanmaktır. Nitekim yüce Allah: "O gün titreyecek (vacife)
kalpler vardır." (Naziat, 8); "O günde sarsan sarsacak
(tercufurracife)" (Naziat,6); "O gün yer ve dağlar sarsılacak
(tarcufu)" (Müzzemmil, 14) buyurmaktadır.
Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in: "Üzerime su dökünüz" buyruğundan
korkuya kapılmış kimsenin üzerine korkusunun dinmesi için su dökülmesi
gerektiği anlaşılmaktadır. Allah en iyi bilendir.
Yüce
Allah'ın: "Ey örtünüp bürünen" (Müddessir, 1) buyruğunun tefsirine
gelince: İlim adamları dedi ki: el-Müddessir ve el-müzzemmil aynı anlamda
elbiselerine örtünmüş, onlara sarınmış kimse demektir. Cumhur elmüddessir'in
elbiselerine bürünüp sarınmış anlamında olduğu kanaatindedir. el-Maverdi de
İkrime' den şu anlamda bir görüş nakletmektedir: el-Müddessir nübüvvete ve onun
yüklerine bürünmüş demektir.
Yüce
Allah'ın: "Kalk ve uyar" buyruğu ise, iman etmeyen kimseleri azaptan
sakındır, demektir. (2/208) "Rabbini yüceittikçe yücelt" buyruğu da
onu tazim et, ona layık olmayan her husustan onu tazim et, demektir.
"Elbiselerini
tertemiz et. " Necasetlerden elbiselerini temizle demek olduğu,
elbiselerini kısa tut anlamında olduğu, elbiselerden kastın nefis olduğu da
söylenmiştir. Yani nefsini günahlardan ve diğer eksikliklerden arındır.
"Pislik"
anlamındaki "er-rucz" kelimesi çoğunluk tarafından re harfi kesreli
(er-ries) diye okunmuştur. Ama Hafs bunu ötreli (er-rucz) diye okumuş ve bunu
kitapta putlar olarak açıklamıştır,. Müfessirlerden pek çok kimse de böyle
demiştir. Sözlükte ise ricz azap demektir. Şirke, putlara tapmaya ricz
denilmesinin sebebi ise azaba neden olmalarıdır. Ayetteki "ricz" den
kastın şirk olduğu, günah olduğu, zulüm olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi
bilendir.